Felsefi düşünceyi, diğer zihinsel uğraşılarından ayıran en önemli özelliklerden biri, onun doğrunun peşinde olmasıdır. Her hangi bir felsefi soruyla ilgili olarak filozofların ulaştıkları sonuçların çeşitliliği, yöntemlerinin birbirinden farklı oluşu, filozofların kullandıkları öncüllerin açık ve anlaşılır olmaması gibi nedenlerden ötürü doğru, ulaşılması mümkün olmayan bir şey olarak düşünülebilir. Bütün bunlara rağmen felsefi çabanın, doğrunun peşinde olmaktan vaz geçeceği ya da vaz geçmesi gerektiği düşünülmemelidir. Molla Sadra (1571-1640), doğruyu, var olmayla özdeşleştiren bir bilgi kuramına sahiptir. Sadra'ya göre bilgi, maddesel olmayan bir var olma tarzıdır. Bu durumda bilginin bileşeni olan doğruluğun da maddesel olmayan bir var olma tarzı olması gerekir. Doğrunun bir var olma tarzı olarak yorumlanışı, geleneksel epistemoloji ve ontoloji açısından kuşkulu sonuçlar ortaya çıkarıyor gözükmektedir. Bu makalede Molla Sadra'nın doğruluk anlayışı, farklı yollardan irdelenecektir.
Mulla Sadra's Understandıng Of Truth As A Condıtıon Of Knowlege One of the most important features of philosophical thought that distinguishes it from other intellectual activities is its pursuit of truth. Due to different conclusions of philosophers with regard to any philosophical question, varieties of their methods, obscurity of the premises that they use, one might think that truth might never be grasped. However, in reality, it is not reasonable to think that philosophy might abandon pursuing truth or that it should do so. Mulla Sadra (1571-1640), has a theory of knowledge that identifies truth with being. According to Sadra, knowledge is an immaterial way of being. In this case, the condition of knowledge should also be a way of being. The interpretation of truth as a way of being seems to create distrustful consequences with regard to traditional epistemology and ontology. This paper analyzes and discusses Sadra's understanding of truth in a critical perspective.